banner261


Ekonominin nabzını tutmaya çalışan biri olarak her haftanın sonunda elimde aynı tabloyla baş başa kalıyorum: döviz biraz kıpırdamış, altın baskı altında, borsa inatla yukarıya tutunmaya çalışıyor. Merkez Bankası’nın rezervleri hafif kıpırdasa da istikrar görüntüsü korunuyor. Ama işin arka planına indiğimizde, bu tablo bize her şeyin yolunda olduğunu mu gösteriyor, yoksa yaklaşan bir yorgunluğun işaret fişeklerini mi veriyor, asıl mesele bu.
Dolar/TL’nin 41’in biraz üstüne çıkması, Euro’nun yatay seyri ve gram altının hafif geri çekilmesi aslında teknik olarak büyük bir kırılma anlamına gelmiyor. Ancak Kapalıçarşı’daki fiyatlamalara bakıldığında halkın güvenli liman arayışı hâlâ devam ediyor. Borsa İstanbul’da bankaların pozitif ayrışması ise başka bir şeyi işaret ediyor: finans sektörünün kâr marjı yüksek kalıyor, reel sektörse sıkışmış durumda. Sanayi hisselerindeki dalgalanmalar da bunu teyit ediyor.
Merkez Bankası’nın rezervleri, swap hariç net hesaplandığında 32,5 milyar dolar civarında. Bu rakam kağıt üzerinde fena görünmüyor ama piyasanın risk iştahını artırmaya yetmiyor. IMF’in “sıkı para politikasına devam” tavsiyesi, Dünya Bankası’nın büyüme beklentisini %3,1’de tutması, Fitch’in sanayide likidite uyarısı… Bütün bu raporlar aslında şunu söylüyor: dışarıdan bakan kimse Türkiye’nin risklerini göz ardı etmiyor.
Enflasyon ve Vatandaşın Çıkmazı

Temmuz verisiyle %33,5’lerde seyreden TÜİK enflasyonu, Ağustos için daha düşük beklentiye rağmen hâlâ halkın hissettiği fiyatlarla örtüşmüyor. ENAG’ın %65 civarındaki hesaplaması, çarşı pazarda insanların gerçeğine çok daha yakın. Kiralar, gıda, ulaşım… Yük hep aynı yerde birikiyor. Kredi kartı borçlarının artışı ve ödenemeyen kredilerdeki yükseliş, aslında mutfaktaki yangının finansal sisteme yansıması. Bir ülkenin gerçek enflasyonu, vatandaşın cüzdanına yansıyanla ölçülür.
Akaryakıtta ise küçük artışlar bile psikolojik etkisiyle vatandaşı zorluyor. Benzin, motorin, LPG… Her gün direksiyon başına geçen milyonlarca insan için bu kalemler bir “yaşam maliyeti barometresi.” Küçük gibi görünen 0,2 puanlık artışlar bile, ay sonunda haneye fazladan yük demek.
Turizmde Parlayan, Tekstilde Sönen Işık

Türkiye ekonomisi uzun zamandır turizmden aldığı nefesle ayakta duruyor. Bu yaz da tablo farklı değil. Otel doluluk oranları %75–80 bandında, gelirler geçen yıla göre %12 artmış durumda. Fakat dövizdeki dalgalanma yüzünden esnafın kasasına giren paranın alım gücü aynı oranda artmıyor. Sezon okulların açılmasıyla yavaş yavaş kapanırken, bu artışın kış aylarına yetecek bir canlılık sağlayıp sağlamayacağı belirsiz.
Buna karşılık tekstil sektörü alarm zillerini çalıyor. İhracat %15 düşmüş, 20 binden fazla işçi işini kaybetmiş, konkordato başvurularında patlama yaşanmış. Üretimin bir kısmı yurt dışına kayıyor. Cumhurbaşkanlığı’nın açıkladığı vergi ertelemesi ve kredi destek paketi kısa vadede nefes aldırabilir, ama bu destek kalıcı bir çözüm değil. Türkiye’nin en önemli istihdam alanlarından birinde yaşanan bu daralma, sosyal dengeleri de bozma potansiyeline sahip.
Savunma ve Otomotiv: Stratejik Dayanaklar

Otomotiv sektörü ise daha dirençli. Sıfır araç satışlarında haftalık %3, yıllık bazda %18’lik artış devam ediyor. Sanayi Bakanlığı’nın kredi ve taksit düzenlemelerinde sağladığı esneklik sektörü canlı tutuyor. Savunma sanayisinde ise tablo çok daha net: ihracat yılın ilk sekiz ayında 5,4 milyar dolara ulaşmış durumda. İtalya’dan alınan eğitim uçakları, Güney Kore’den motor teknolojisi, ABD’den lojistik destek sistemleri, Türkiye’nin bu alanda küresel bir oyuncu olma iddiasını pekiştiriyor.
Bu iki sektör aslında ekonominin iki ayrı yüzünü temsil ediyor. Biri tüketici talebine yaslanan bir iç pazar dinamiği, diğeri ise dış pazarlarda ülkeye prestij ve döviz kazandıran stratejik bir alan.
Siyasi Belirsizlik ve Ekonomik Yorgunluk

Ekonomi kadar siyasetin de etkisi büyük. CHP’deki kurultay tartışmaları ve genel olarak muhalefetin iç çekişmeleri, piyasalarda güven algısını zayıflatıyor. Yatırımcı için siyasi belirsizlik, ekonomik verilerden daha etkili bir kırılganlık sebebi. Hükümetin açıkladığı yapısal reform programı, Maliye Bakanlığı’nın bütçe disiplini vurgusu ve Ticaret Bakanlığı’nın ihracat eylem planı önemli adımlar, ama piyasanın güvenini sağlamak için tek başına yeterli olmayabilir.
Son Söz: Direnç mi, Yorgunluk mu?

Türkiye ekonomisi bu hafta da aynı ikili tabloyu gösterdi: bir yanda turizm ve savunma sanayinin verdiği direnç, diğer yanda tekstildeki kayıplar ve enflasyon baskısı. Bu tabloya bakıp “ekonomi dayanıklı” diyen de çıkabilir, “ekonomi yorgun” diyen de. Asıl soru, hükümetin ve özel sektörün hangi tarafa ağırlık vereceği. Direnci destekleyecek adımlar mı atılacak, yoksa yorgunluğu daha da artıracak hatalarda mı ısrar edilecek?
Ekonomiyi bir maraton koşusuna benzetirsek, Türkiye’nin hâlâ koşacak gücü var. Ancak temposunu doğru ayarlamazsa, dayanıklılık avantajı hızla tükenebilir. Ve bu, sadece rakamlara değil, toplumun moraline de yansır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.